CevreMuhCom

Yazar
sametakyel

Okunma

Tarih



I. TEMEL ÇEVRE SORUNLARI

Çevre sorunları, daha ziyade sosyo-ekonomik konularla bağlantılı olarak, karmaşık bir görüntü sergilemekte ve küresel düzeyde etki gösterebilmektedir.

İklim değişikliği, çölleşme, biyolojik çeşitlilik kaybı, ormansızlaşma, ozon tabakasının tahribatı, asit yağmurları, hava, su ve toprak kirliliği, tehlikeli atıklar, deniz ve okyanus kirliliği gibi küresel çevre sorunları, siyasi sınır tanımaksızın çevrenin sürdürülebilirliğini tehlikeye atmakta; insanların güvenliği, sağlığı ve üretkenliği, diğer canlı türlerinin bekası ve gıda güvenliği ile su kaynakları üzerinde tehdit oluşturmaktadır.

Sözkonusu sorunların çözümü, kamu sektörü ve özel sektör, hükümet dışı kuruluşlar ile sivil toplumun katılımını ve ulusal çabaların yanısıra, ikili, bölgesel ve çok-taraflı düzeyde uluslararası işbirliğini gerekli kılmaktadır. Çevre sorunlarının birbirini tetikleyen niteliği, çözüm çabalarına yönelik süreçlerde eşgüdüm ve sinerji oluşturulmasını da gerektirmektedir.

Çevre sorunlarına çözüm bulmaya yönelik girişimler, 1960’lı yıllardan itibaren tedricen uluslararası toplumun gündeminde yer almaya başlamıştır. 1972 Stockholm Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Çevresi Konferansı, 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nca hazırlanan ve Brundtland Raporu olarak da bilinen “Ortak Geleceğimiz” başlıklı rapor, 1992 Rio BM Çevre ve Kalkınma Konferansı, , 2000 yılında düzenlenen BM Binyıl Zirvesi, 2002 Johannesburg Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi (Rio + 10), 2012 Rio+20 BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı ve 2015 BM Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi çevreye yönelik uluslararası işbirliğinde önemli dönüm noktalarını teşkil etmektedir.

Çevre sorunlarının sınır ötesi niteliğe sahip olması, BM, Avrupa Birliği (AB), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi uluslararası kuruluşların konuya eğilmelerini gerekli kılmıştır. Bu kapsamda oluşturulan, Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS/UNFCCC), BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (BMBÇS/ UNCBD) ve BM Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi (BMÇMS/UNCCD), Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme (CITES), Antarktika Antlaşması, Uzun Menzilli Sınırlarötesi Hava Kirlenmesi Sözleşmesi (LRTAP), Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınımının ve Bertarafının Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi, Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (Ramsar) ve benzeri küresel çevre sözleşmeleri, başta Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi (Barselona Sözleşmesi) ve Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi (Bükreş Sözleşmesi) olmak üzere, bölgesel örgütlenmelerle çevre sorunlarına çözüm aranmaktadır.

Türkiye çevre sorunlarının çözümü için ikili, bölgesel ve uluslararası düzeyde sürdürülmekte olan işbirliği çabalarında etkin rol oynamaktadır. Bu çerçevede ülkemiz, sosyo-ekonomik koşulları ve kalkınma önceliklerini göz önünde bulundurmak suretiyle, küresel ve bölgesel düzeyde çevre sözleşmelerine taraf olmuştur.

Çevrenin korunması, uluslararası gündemde yoğun bir biçimde yer almaktadır. Çevre sorunlarının çözümü, kamu sektörü, özel sektör, hükümet dışı kuruluşlar ile sivil toplum arasında işbirliğini gerekli kılmaktadır.

Çevrenin korunması yolundaki gayretlerin önemli bir boyutunu ise kamuoyu bilincinin ve katılımının artırılması oluşturmaktadır.

Küresel etkiler yaratabilen çevre sorunları, çevrenin sürdürülebilirliğini tehlikeye atabilmekte; insanların güvenliği, sağlığı ve üretkenliği, diğer canlı türlerinin bekası ve gıda güvenliği ile su kaynakları üzerinde tehdit oluşturabilmektedir. Dolayısıyla, çevre sorunlarıyla mücadele önem arzetmektedir.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) “1.5°C Küresel Isınma” raporu, küresel ısınmayla birlikte, sağlık, gıda güvenliği, su arzu, insan güvenliği ve ekonomik büyümeye dair iklim temelli risklerin artacağını belirtmektedir.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve NASA’nın verilerine göre, 1880 yılından bu yana, 2016 en sıcak yıl rekorunu kırmıştır. Keza NASA verileri, 2018 yılının, kaydedilmiş en sıcak dördüncü yıl olduğunu göstermektedir. Bilim insanları, ekosistemleri ve toplumları iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden korumak için sıcaklık artışının 1,5 °C ile sınırlandırılması, tehlikeli sınır olan 2°C’nin ise geçilmemesinin önemine dikkat çekmektedir.

Küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişikliği, günümüzün en önemli küresel sınamalarından biri olmakla birlikte küresel çevre sorunlarından sadece bir tanesidir. Çölleşme, biyolojik çeşitliliğin azalması, ormansızlaşma, ozon tabakasının tahribatı, asit yağmurları, hava, su ve toprak kirliliği, tehlikeli atıklar, doğal kaynakların tükenmesi, deniz ve okyanus kirliliği, okyanusların asitlenmesi küresel çevre sorunları arasında öne çıkmaktadır.

Çevre sorunlarının birbirini tetikleyen niteliği olması nedeniyle, süreçlerin uygulanmasında sinerji sağlanması, çözüm çabalarına olumlu yansıyacaktır.

İklim değişikliği, çölleşme, biyolojik çeşitlilik kaybı gibi küresel çevre sorunlarının çözümü, ulusal çabanın yanısıra, ikili, bölgesel ve çok-taraflı düzeyde uluslararası işbirliğini gerekli kılmaktadır.

Çevre sorunlarının sınır ötesi niteliğe sahip olması, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi uluslararası kuruluşların konuya eğilmelerini gerekli kılmıştır. Bu kapsamda oluşturulan, Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) ve BM Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi (UNCCD), Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme (CITES), Antarktika Antlaşması, Uzun Menzilli Sınırlarötesi Hava Kirlenmesi Sözleşmesi (LRTAP), Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınımının ve Bertarafının Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi, Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (Ramsar) gibi küresel çevre sözleşmeleri, Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi (Barselona Sözleşmesi) ve Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi (Bükreş Sözleşmesi) gibi bölgesel örgütlenmelerle çevre sorunlarına çözüm aranmaktadır.

1960’lı yıllardan itibaren, çevre sorunları ile ilgili önlemlere yönelik girişimler tedricen toplumların gündeminde yer almaya ve uluslararası düzeyde de çevre politikalarının belirlenmesinde etkili olmaya başlamıştır. Çevre politikalarının temel amacı, çevre kalitesini belirli bir düzeyde tutarak, toplumsal refahı mümkün olan en yüksek seviyeye getirmektir. Çevre politikaları ülkeler bazında farklılık gösterse de, ortak bir hedef olarak öne çıkan temel kavram “sürdürülebilir kalkınma”dır. Sürdürülebilir kalkınma ile ekonomik ve sosyal gelişme kaydedilirken, doğal kaynakların korunarak, gelecek nesillerin de yararlanmasına imkân sağlamasını teminen çevre üzerinde oluşan insan baskısının azaltılması hedeflenmektedir.

BM’nin öncülüğünde, sözkonusu süreç kapsamında düzenlenen 1972 Stockholm BM İnsan Çevresi Konferansı, 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nca hazırlanan Brundtland Raporu olarak da bilinen “Ortak Geleceğimiz” başlıklı rapor, 1992 Rio BM Çevre ve Kalkınma Konferansı, 2000 yılında düzenlenen BM Binyıl Zirvesi, 2002 Johannesburg Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi (Rio + 10), 2012 Rio+20 BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, 2015 BM Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi çevre ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında önemli dönüm noktalarını teşkil etmektedir.

Ülkemiz, çevre sorunlarının çözümüne katkı amacıyla, sosyo-ekonomik koşulları ve kalkınma önceliklerini göz önünde bulundurmak suretiyle, küresel ve bölgesel düzeyde pek çok çevre sözleşmesine taraf olmuştur.

Karmaşık bir nitelik gösteren ve çoğunlukla sosyo-ekonomik konularla bağlantılı olarak karşımıza çıkan çevre sorunlarının çözümü için sürdürülmekte olan uluslararası işbirliği çabalarında Türkiye, etkin rol oynamaktadır. Örneğin, 1991’de taraf olunan Montreal Protokolü’nün uygulanmasında en başarılı ülkeler arasında yer almaktadır. Keza, 2000 yılında düzenlenen BM Binyıl Zirvesi’nde kabul edilen 2015 yılı Binyıl Kalkınma Hedefleri’ni de başarıyla uygulamıştır.


II.BAŞLICA ÇEVRESEL SORUNLAR

1.KİRLİLİK

İnsan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan kirlilik artık yalnızca su, toprak, hava ve gürültü kirliliğini değil; ışığı, noktasal ve dağınık kaynakları da kapsıyor. Bu da doğal kaynakların tükenmesine veya kullanılmaz hale gelmesine neden olarak canlı hayatının devamlılığını tehlikeye atıyor.

2.İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ

Yaşamaya başladığımız iklim değişikliği doğal bir süreçte gerçekleşmiyor. Küresel ısınmayı, sera etkisini ve kentsel ısınmayı tetikleyen insan eylemlerinin zararlı etkilerden dolayı hızla meydana geliyor. İklim değişikliği yalnızca hava koşullarının değişmesinde değil; kutup bölgelerinin erimesi, yeni hastalıkların ortaya çıkması ve bitkilerin büyümesinde kalıcı zarara sebep oluyor.

3.KÜRESEL ISINMA

Küresel ısınma, kısaca; karbondioksit, metan ve su buharı gibi sera gazlarının etkisiyle yeryüzünün sıcaklığındaki artış olarak açıklanabilir. Bu gazlar, sera etkisi yaratarak dünyanın sıcak kalmasını ve dolayısıyla insan yaşamının sürmesini sağlıyor. Ancak sera gazlarının birikiminin hızla artması ve fazla ısının atmosferde sıkışması yeryüzünün gerektiğinden fazla ısınmasına sebep oluyor.

Çevre Koruma Dairesi (EPA) raporlarına göre, geçen yüzyılda dünya sıcaklığı 0,8 derece artmıştır. Küresel ısınma dünyadaki canlı sağlığını ciddi derecede tehdit etmesinin yanı sıra buzulların erimesine, iklim değişikliğine, kuraklıklara, hastalıklara ve kasırga sıklığındaki artışa neden olabilecek uzun süreli etkilere sahip.

4.ORMANSIZLAŞMA

İnsan nüfus artmasına bağlı olarak yiyecek, barınak ve giyinme talebi de giderek artıyor. Artan talebi karşılamak içinse ‘ormansızlaşma’ olarak tanımlanan doğrudan bir hareket ortaya çıkıyor. Ormansızlaşma; tarım, endüstriyel veya kentsel kullanımlar için ormanların veya yeşil alanların temizlenmesi anlamına geliyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) raporuna göre her yıl yaklaşık 18 milyon dönüm orman kaybediliyor. Ormansızlaşmanın uzun vadedeki etkileri sel, toprak erozyonu, küresel ısınmada artış, iklim dengesizliği ve vahşi hayatın yok olması.

5.AŞIRI NÜFUS

Su kirliliği, kaynak krizi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kirlilik, toprak kirliliği, kentsel yayılma, ormansızlaşma ve aşırı üretim, aşırı nüfus artışının doğrudan neden olduğu tehlikeli etkilerin örnekleri arasında sayılabilir.

6.SANAYİ VE EV ATIKLARI

Aşırı nüfus artışı ve gelişen teknoloji, insan ihtiyaçlarını artırarak ve çeşitlendirerek daha fazla üretime ve tüketime sebep oluyor. Bu durum da atılması gereken daha fazla ürün yaratıyor. Çoğu atık, düzenli depolama sahalarında yeraltına gömülüyor ve bu büyük depolama alanlarının varlığı canlı sağlığını olumsuz etkileyen; toprak kalitesinin düşmesi, vahşi yaşamın bozulması, hava kirliliği ve iklim değişikliği gibi ciddi çevresel sorunlar ortaya çıkartıyor.

7.ASİT YAĞMURU

Atmosferdeki belirli kirleticilerin (endüstriyel süreçler, otomobiller, vb.) varlığına bağlı olarak oluşan asidik yağmurlar; yağmur, kar, sis ve yeryüzüne yerleşen kuru maddeler şeklinde ortaya çıkabiliyor. Asit yağmurları canlı yaşamında yıkıcı etkilere sebep olabileceği gibi yaşam alanlarımızı oluşturan yapılar üzerinde de olumsuz sonuçlar doğurabiliyorlar.8.

8.OZON TABAKASININ AZALMASI

Yeryüzü yüzeyinin 25-30 km üzerindeki bir gaz katmanı olan ozon tabakası, stratosferde bulunuyor ve dünyaya gelen zararlı UV ışınını önlüyor. Ozon tabakası, güneş tarafından yayılan zararlı ultraviyole radyasyonların etkisini de %97-99 oranında düşürebiliyor. Ozon tabakasındaki tükenmenin başlıca nedenleri arasında kloroflorokarbonlar (CFCler) gibi insan yapımı bileşikler, aşırı klor ve klor salıverilmesi, halonlar, CH3CCl3 (metil kloroform), CCl4 (karbon tetraklorür), HCFC’ler (hidro-kloroflorokarbonlar), hidrobromofluorokarbonlar ve metil bromür sayılabilir.

9.GENETİK MÜHENDİSLİĞİ

Günümüzde gıda, insan ve hayvan organlarının genetik modifikasyonu, bilim ve teknolojinin gemisi gibi görünüyor. Biyoteknoloji ne kadar etkileyici olsa da bu konuda belirli sınırlamaların getirilmesi gerekiyor. Çünkü yarattığı olumsuz etkilerle genetik mühendisliği hala tartışmalı bir konu. Genetik kirlilik ve gıda değişikliği, yalnızca insanlar üzerinde zararlı etkilere sahip olmakla kalmıyor, aynı zamanda genetik değişikliğe de sebep oluyor.

10.KENTSEL YAYILMA

Hindistan ve Çin, nüfusun, kentsel genişlemenin ve toprak parçalanmasının tek örnekleri değil. Günümüzde neredeyse tüm ülkelerde talebin giderek artması, sorumsuzca arazi kullanımına sebep oluyor.

Sanayi alanlarının genişlemesi sadece toprak bozulmasına ve toprak kirliliğine sebep olmuyor, doğal yaşam alanlarını da yok ediyor. Flora ve fauna’dan oluşan doğal çevre, ayrım yapılmaksızın yok ediliyor veya tamamen dönüştürülüyor. Bu, uzun vadede insan sağlığı için zararlı bir etkiye sahip olmasının yanı sıra ciddi çevresel sorunların da kaynağı.